"Eskisi gibi değil" deriz, içimizde kayıp bir şeylerin izini süreriz ama bir türlü bulamayız. Belki yaşananlar, belki söylenemeyenler bizi bu hale getirmiştir. Ama her ne olursa olsun, insanın içindeki o karmaşık sessizlikle başa çıkması zordur.
"Ne olacak?" diye sorarız kendimize, çünkü bazen gerçekten ne söyleyeceğimizi bilemeyiz. Söylesek bile, bir şeylerin değişmeyeceğini düşünürüz. O anlarda, kelimeler anlamını kaybeder, cümleler zihnimizde bir yankı gibi dolaşır. İçimizde bir isyan vardır ama aynı zamanda bir kabulleniş de... "Söyle gitsin" demek isteriz bazen, her şeyi açıkça ortaya koyup hafiflemek. Ama hemen ardından gelir başka bir düşünce: "Söyleyince ne olacak? Her şey birden düzelecek mi?" İşte bu yüzden susarız. Susmak, belki de en kolay yoldur. Söyleyemediğimiz, ifade edemediğimiz her şey içimizde derin bir kuyuda birikir. Ve o kuyu, zamanla daha da derinleşir.
Ama susmanın da bir bedeli vardır. İçimizde biriken sözcükler, dışarı çıkmayı bekleyen duygular zamanla bizi ağırlaştırır. Bir şeyler içimizde birikirken, dış dünyada daha da yalnızlaşırız. Belki de en büyük savaş, bu sessizliğin içinde kendimizi bulmak, o kaybolmuş neşeyi yeniden ortaya çıkarmaktır. Çünkü hayat, her zaman neşeli ve parlak olmayabilir, ama en karanlık anlarda bile bir umut vardır.
Bazen durup, bu sessizliğin içinde neyi kaybettiğimizi anlamaya çalışmak gerekir. Neşemizin, tadımızın kaçmasına neden olan şeyler belki de hayatın doğal bir parçasıdır. Her şeyin sürekli iyi olmasını beklemek, belki de bizi en çok yoran şeydir. Ama hayatın içinde inişler ve çıkışlar vardır. Bir gün dibe vururuz, ertesi gün yeniden yükseliriz. Belki de önemli olan, bu döngüyü kabul etmek ve her şeyin geçici olduğunu hatırlamaktır.
Ve belki, en sonunda, içimizde birikeni söylemek yerine, kendimize bir iyilik yapıp sessizliğin de bir dili olduğunu anlamak gerekir. Sessizliğin içinde de bir şeyler anlatılabilir, bir şeyler öğrenilebilir. Neşemiz kaybolsa bile, yeniden bulmak için sabretmek ve bazen sadece "durup dinlenmek" en büyük adım olabilir.