Kendime diyorum ki ne olacak? söyle gitsin. Sonra diyorum ki, söyleyince ne olacak? sus boş ver! Bazen de insan kendini derin düşüncelerin içinde bulur ve ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez.
"Söyle gitsin," diye geçirirsin içinden, ama sonra başka bir ses yükselir: "Söylesen ne olacak? Sus, bitsin." Böyle anlarda zihnimiz, bir savaş alanı gibi olur; bir tarafta bastırılmış duygular, diğer tarafta söylenmemiş sözler.
Hayatımız boyunca bu gelgitlerle, bu içsel çatışmalarla karşılaşırız. Ancak bu, yalnızca bireylerin değil, toplumların ve hatta kurumların da yaşadığı bir çıkmaz. Özellikle spor dünyasında, her şeyin böylesine dengesiz olduğu bir dönemde, Türkiye’nin spor alanındaki gerileyişini izlemek, bana hep bu içsel çatışmaları hatırlatıyor.
Bir zamanlar Avrupa'nın büyüklerine kafa tutan, korkulan takımlarımız bugün maalesef küçük takımlara bile yenilir oldu. Avrupa'daki futbol maçlarımız, birer hüsran hikâyesine dönüştü. Sadece futbolda değil, neredeyse her branşta bu durum aynı. Takımlarımız büyük hedeflerle çıktıkları yolda, küçük engellere takılıp düşüyorlar. Artık eski başarıların adı anılmıyor; genç nesiller bu başarıları birer masal gibi dinliyor. Bu, yalnızca birkaç maçın ya da turnuvanın sorunu değil; Türk sporunun derin bir probleminin yansıması.
En son olimpiyatlara katıldık ve ülke olarak 64. sırada yer aldık. Bu, bir utanç değil belki, ama düşündürücü bir sonuç. Türk sporunun potansiyeli bu mu olmalı? Neden bu kadar geriye düştük? Bu soruları sormadan edemiyor insan. Özellikle olimpiyatlar gibi büyük organizasyonlarda, çok daha üst sıralarda yer almamız gerekirken, bir hayal kırıklığı yaşadık. Ancak bu, sadece sonuçlardan ibaret değil; sporun her alanında köklü sorunlarımız var. Bu sorunları çözmek için ne yapıyoruz? Gerçekten gerekli adımları atabiliyor muyuz?
İşte bu tür sorular kafamda dolanırken, bazen aklıma ince detaylar gelir. Belki de çözüm, göz ardı ettiğimiz küçük noktalarda gizlidir. Türk sporunun başarıya ulaşması için, eski efsanelerimizi tekrar sahaya döndürmek gerekmez mi? Mesela Kadir Baş. Taekwondo’da milli takımımızı başarıdan başarıya koşturan bu isim, yeniden takımın başına gelse, eski günlerdeki gibi zaferler görür müyüz? Kadir Baş gibi bir isim, tecrübesi ve bilgisiyle taekwondo’ya tekrar hayat verebilir. Sporcu yetiştirmede bir duayen olan bu hoca, Türk sporunun ihtiyaç duyduğu enerjiyi ve disiplini yeniden getirebilir.
Peki ya karate? Orada da dünya çapında bir isme sahibiz: Metin Sofuoğlu. Ali Sofuoğlu’nun amcası ve hocası olan Metin Sofuoğlu, bu branşta ülkemize sayısız başarı kazandırmış bir isim. Karate milli takımına geri dönse, gençlere ilham verse, yeni dünya şampiyonları yetiştirsek... Bu hayal mi? Yoksa ulaşabileceğimiz bir hedef mi? Türk sporunun kaderini değiştirebilecek isimler elimizin altında, ama onları doğru şekilde kullanabiliyor muyuz?
Aynı şey aikido için de geçerli. Aytekin Karaca, aikidoda dünya çapında bir otorite. Onun gibi bir ismi tekrar ülke sporuna kazandırmak, Türk aikidosuna bambaşka bir vizyon katmaz mı? Aytekin Karaca gibi değerli hocalar, branşlarında en iyiler arasında yer alıyorlar, ancak bu isimlerin bilgi birikiminden yeterince faydalanabiliyor muyuz?
Ancak burada sadece hocaları getirmekle iş bitmiyor. Bu süreci denetleyecek, rehberlik edecek, yol gösterecek bir lidere ihtiyaç var. İşte o noktada aklıma Battal Gazi Özdemir geliyor. Taekwondo’da gençleri yetiştirmede efsaneleşmiş bir isim. Genç sporculara ilham veren, disiplin ve başarıyı bir araya getiren bu isim, sporun başına geçse ve tüm branşları denetlese, neler olurdu acaba? Bir hoca, sadece bir spor branşıyla ilgilenmekle kalmamalı, aynı zamanda gençleri doğru şekilde eğitmeli, onlara hem spor ahlakını hem de disiplinini kazandırmalı.
Battal Gazi Özdemir, tam da bu özelliklere sahip bir lider. Onun gibi birinin, Türk sporunun başına geçmesi, sporumuzu kökünden değiştirebilir.
Elbette tüm bunlar kolay değil. Ancak bazen hayal etmek bile, insana umut verir. Acaba ben de bu işlerin içinde olsam, bir katkı sağlayabilir miyim? Yanlarında yer alsam, başarıya giden yolda bir tuğla da ben koyabilir miyim? Bunu bilmiyorum. Ama başarı, sadece hocaların değil, büyük bir ekibin çalışmasıyla gelir. Sporun her alanında, futbol, taekwondo, karate, aikido gibi branşlarda başarıya ulaşmak için herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Hepimizin aynı hedefe yönelmesi, aynı azim ve kararlılıkla çalışması gerekir. Belki o zaman, yıllardır beklediğimiz o büyük başarıları tekrar elde ederiz. Avrupa’da, dünyada ve olimpiyatlarda yeniden zirvede olabiliriz.
Ancak bunun için ilk adım, doğru insanları doğru yerlere getirmek. Elimizde başarıya aç, yetenekli sporcularımız var. Onları eğitecek, yol gösterecek hocalarımız da var. Şimdi yapmamız gereken, bu büyük potansiyeli harekete geçirmek.Küçük dokunuşlarla büyük işler başarabiliriz Yeter ki inanalım!
Türkiye'de sporun gelişimi için doğru adımlar atılmalı, ve bu adımlar yalnızca sporculara yönelik değil, altyapıya da yapılacak yatırımlarla desteklenmeli. Ülkenin farklı şehirlerinde spor kompleksleri inşa etmek, gençlerin sporla buluşmasını kolaylaştıracak en önemli hamlelerden biri olacaktır. Ancak bu komplekslerin inşasında asıl hedef, ranttan uzak, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren projeler yaratmak olmalıdır.
Kapalı spor salonları, yüzme havuzları, fitness alanları ve açık hava spor sahaları gibi çeşitli alanları barındıran kompleksler, hem sporcuların hem de sporla ilgilenmek isteyen halkın kullanımına uygun şekilde tasarlanmalıdır. Bu komplekslerin lokasyonları, şehirlerin merkezi noktalarına kolay ulaşım imkânı sağlayacak biçimde seçilmeli; gençlerin, çocukların ve her yaştan bireyin rahatlıkla erişim sağlayabileceği bir şekilde inşa edilmelidir. Ulaşım sorunu yaratmayacak, hızlı erişim sunan bu yapılar, sadece sporun değil, aynı zamanda sosyal hayatın da merkezi olmalıdır.
Bu noktada, yeni ve genç yeteneklere alan açmak büyük önem taşıyor. Spor kompleksi projelerinde, mimarlık alanında kendini ispatlamış genç isimler, modern ve fonksiyonel tasarımlar yaratabilir. Örneğin, genç ve başarılı mimar Emine Dündar, bu tür projelerde öncü olabilir. Hem çağdaş tasarım anlayışını hem de toplumun ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran mimarlar, Türkiye’de sporun altyapısına ve gelişimine katkı sağlayabilir. Bu tür projeler, sadece bir yapı inşa etmekle kalmaz; gençlere ilham verir, topluma spor bilincini aşılar ve sporun yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmesine katkı sunar.
Rant odaklı yaklaşımlardan uzak, toplum yararını merkeze alan bu kompleksler, sporun geleceğine yapılan en değerli yatırımlardan biri olacaktır. Bu projeler, gençlere sadece spor yapma imkânı sunmakla kalmayacak, aynı zamanda spor kültürünün nesilden nesile aktarılmasına da zemin hazırlayacaktır. Türkiye'nin her bölgesinde böyle kompleksler inşa edildiğinde, spora olan ilgi artacak, geleceğin şampiyonları bu alanlarda yetişecektir.